Kuğulu Park ki aslı; Oduncuların ikametgâhı ve mesire yeridir 50’li yılların sonunda 60’ın başında.
Merhum Adnan Menderes’in merhum mahdumu Aydın Menderes, “Babam ve ben” adlı anılarını kaleme aldığı kitabında anlatır şimdiki Kuğulu Parkı yani Kavaklıdere ve civarını.
Göreme sokak çocuğudur Aydın Menderes!
Ki Baba Adnan Menderes eşi Berin Menderes’e Yassıada’dan yazdığı mektuplarda “Göreme’ sokaktan taşının’diye yazar. “Göreme” sokakta bir daha göremez Aydın Menderes de babasını.
Neyse, anlayacağınız; önü sonu bir deredir Kuğulu Park o vakitlerde. Öylesine tenha, öylesine terk edilmiş, öylesine sahipsiz. Mayası yoksulluktur derenin. Hani öyle kuğusu muğusu da yoktur, oduncuların terkinden çok çok sonradır yani 1977’yi bulur kuğuların burayı mekân tutması…
Madem ki fukaralıktan, yoksulluktan yazmaya başladık. Gel de Attila İlhan’ı anımsama. 2 Ocak 1992 tarihli yazısının başlığı “Dörtnala gelip uzak Asya’dan” başlığını taşıyor Attila İlhan’ın. Nazım Hikmet’in “Davet” şiirinin girişini yazı başlığı yapmış Kaptan.
Yazının girişinde “Türk’ün mayası yoksul tutturulmuştur!”
Deresinin de merasının da dağının da ormanının da hayvanının da insanının da mayası yoksulluktur mazlumlar coğrafyasının.
Deresi susuz merası otsuz hayvanı cılız insanı çelimsizdir.
Dağı taşı kurdu kuşu, insanı kanaatkardır…
Haksız da değil Attila İlhan; yazısının sonrasında batılıların dizlerini titreten Cengizhan’ı ya da Türk adıyla Timuçin’i veya Türk’ün mayasını şöyle anlatıyor:
“Timuçin’in yoksul Moğol oymaklarına ettiği müthiş vaadi hangimiz unutabilir? ‘Hepinizi kıl çadırlarda oturtacağım’. Konfor; insanın rahatı denilince, koca Cengizhan’ın hayal gücü kıl çadırdan ötesine ulaşıyor mu? Tonyukuk, Orhun Yazıtlarında nasıl övünür, bir hatırlayınız ‘Tavşan ve geyik yiyerek hüküm sürüyoruz, halkın karnı toktur’. Bu sözler yeryüzünün Mısır, Çin, Roma medeniyetlerinin yaşadığı devirlerde söyleniyor…”
Ya Mustafa Kemal Atatürk’e ne demeli!
1920 yılının en badireli vakitlerinde Birinci Büyük Millet Meclisi’nin gizli celsesinde kürsüye çıkıyor ve şunları söylüyor:
“Bazı arkadaşların yoksulluk içinde bu büyük dâvanın başarılamayacağını zannederek, memleketlerine dönmek arzusunda olduklarını duydum. Arkadaşlar! Ben sizleri bu millî dâvaya silâh zoruyla davet etmedim, görüyorsunuz ki sizi burada tutmak için de silâhım yoktur. Dilediğiniz gibi memleketlerinize dönebilirsiniz. Fakat şunu biliniz ki, bütün arkadaşlarım beni yalnız bırakıp gitseler, ben bu Meclis-i Âli’de tek başıma kalsam da, mücadeleye ahdettim. Düşman adım adım her tarafı işgal ederek Ankara’ya kadar gelecek olursa, ben bir elime silâhımı, bir elime de Türk bayrağını alıp Elma Dağı’na çıkacağım. Burada tek başıma son kurşunuma kadar düşmanla çarpışacağım. Sonra da bu mukaddes bayrağı göğsüme sarıp şehit olacağım. Bu bayrak kanımı sindire sindire emerken, ben de milletim uğruna hayata veda edeceğim. Huzurunuzda buna ant içiyorum.”
Geldik mi bugüne…
Hep aynı şiar, aynı fedailik!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Akdeniz’i Türk gölü yapıyor, yerli otomobil, Kanal İstanbul, oto yollar, köprüler. Çin’den Avrupa’ya İpek yolu vs…
İpek Yolu ki; atalarımızı Akdeniz’e ulaştıran yol…
Sağcı veya Solcu, İslamcı veya Milliyetçi …
Ak Parti veya CHP, İyi Parti ya da Saadet!
Ne fark eder ki hepimizin nihai amacı aynı; güçlü ve tam bağımsız Türkiye…
Vakittir; birlik vakti, kimsesizliği ve yoksulluğu yenme vakti….
Bilge Kağan vakti:
“Türk Oğuz beyleri, millet, işitin!
Üstte gök çökmese, altta yer delinmese, Türk milleti; ilini, töreni kim bozabilir ! Türk milleti ! Kendine gel, aklını başına al!”
Selametle Kalın.
Herkese iyi seneler….
Tayfun KARAKUŞ
Bir Memleket Sever
YORUMLAR