İnsanoğlu doğar büyür bir nesil bırakır ve ölür. Doğduğunda rengini, ırkını, annesini, babasını ve yerleşim yerini seçme özgürlüğüne sahip değildir. Yalnız her çocuk Müslüman fıtratı üzerine doğar. Bebekliğinde ilk önce anneyi tanır. Anne onu dokuz ay karnında taşımıştır. Her yediğinde içtiğinde oda nasiplenir. Birinci eğiticisi annedir. Annenin her yaptığı hareketi gözlemler. Taki okul çağına gelene kadar onun sorumlusu, eğiticisi, öğretmeni annesidir. Anneyi örnek alırken babayı ve varsa kardeşlerini de örnek alır. Anne, baba, kardeşler, neneler ve dedeler bir aileyi oluştururlar.
Herkesin kendine özgü aile içinde sorumlulukları, yapması ve yapmaması gereken kuralları olduklarını bilir ve uygularlar. Çocukları anneleri ve babalarını dünyanın en üstün varlıkları olarak kabul ederler. Onlar kendileri için herşeyleridir. Bunda da haklımıdırlar elbette haklıdırlar.
Annenin aile içindeki sorumlulukları kadar hem aile içinde hemde aile dışındaki sorumluluk örnekleri babalara da düşmektedir. Yani ailenin korunmasından, barınmasından, geçiminden anne kadar babalarda sorumludurlar. Aile içinde sevgi, saygı, ahlak, adap, hoşgörü, inanç, kültür, davranış, ahengi varsa aile içindeki bireylere bu davranışlar yansır.
Her birey üstüne düşen sorumluluğu yerli yerince uyguladığı ve icraatlarına döktüğü zaman o ailede bir düzen sağlandığı ve istisnalar dışında mutlu bir tablonun sergilendiği görülür.
“Balık baştan kokar” derler eğer ki annede babada istenmedik bir davranış görülüyorsa bu başı bozukluk ve yanlışlar tesbih çekimi gibi döner dolaşır imameyi bulur. Annede, babada ahlak, namus, iffet, ar duygusu, inanç iman yoksa yalancı ise helalı haramı bilmiyorsa hak, hukuk, adaleti tanımıyorsa kul hakkına, komşu hakkına riayet etmiyorsa işte temeli bozuk bir bina inşa edilmiş olur.
İşte artık nifak tohumları yayılmaya başlar. Ailedeki bu düzensizlik komşulara, köye, kasabaya, ile, ilçeye ve tüm bütün yurda yayılmaya başlar. Zamanında engellenmezse neme lazım denirse zaman gelir senin kızına, çocuğuna, eşine, konuna, komşuna sirayet eder. Bir veba gibi ya da günümüzdeki korona virüs gibi her tarafı tehdit etmeye başlar. Bir çığ gibi büyüyüp önlenmesi mümkün olmayan bir durum halini alır.
Ondan gelen nesilden de ne vatana nede millete hayır gelir. Bulunduğu iş yerinde, makamında, mevkisinde, başarılı olmadığı gibi kârından çok zararı olur. Bireylerin bu tür davranışları, yavaş yavaş toplumda çoğalmaya başlar. İnsanlarda birbirine itimat, güven, saygı, sevgi kalmadığı gibi ülkesine, milletine zarar verici unsurlar birbirini takip eder.
Bu başı boşluktan artık birileri yararlanmaya başlar. İçerdeki ve dışardaki dış güçler devreye girer. Onları uyuşturucu, balici insan, kaçakçılık ticareti, fuhuş ve kötü işlerde kullanmaya Devletine, isyan, gasp, yakıp yıkan, tecavüzlerle toplumun huzurunu kaçıran birer asi durumuna getirirler.
Beyinlerini yıkayıp, ailesine, milletine düşman ederler. Artık yavaş yavaş emellerine ulaşan içteki ve dıştaki görünen görünmeyen düşmanlar nifak tohumlarını yeşertmeye, çoğaltmaya başlarlar. Kendilerinin direkt olarak ulaşamadığı işleri piyonları vasıtasıyla sahneleyip yerine ve zamanına göre oynatmaya başlarlar. İşte bunların örneklerini en yakın komşu devletlerimizde görmüş bulunmaktayız. Onları bu hale getirmek için önce kültürlerini, dillerini, dinlerini, inançlarını, örflerini, adetlerini, güvenlerini, birbirine olan saygılarını, sevgilerini bitirip lokmalara ayırıp yutmuşlardır.
İşte bu durumlara düşmemek için, neslimize, geleceğimize sahip çıkabilmek için en alt biriminden en üst birimine kadar hepimize sorumluklar düşmektedir. Son pişmanlıklar fayda etmez. “Deveyi pencereden atıp kuyruğundan asılarak çıkaramayız.” Bizim bizden başka dostumuzun olmadığını bilerek ailesine, milletine, Devletine, faydalı ahlaklı, imanlı, çalışkan, saygılı, kültürlü insanlar yetiştirmeliyiz.
Bu cennet vatanımızın bir benzeri yok. “Ülkemizi sevelim, Kıymetini bilelim. Başka Türkiye’miz yok.”
YORUMLAR