Ben kendimi bildim bileli bu memlekette yaşayanların kimin salak, kimin yalak olduğunu çözemedim. Dün birbirine atan bugün kuzu sarması. Bu ne lahana bu ne turşu?
Adam ardından demediğini bırakmıyor, adiliğinden, beceriksizliğinden, hatta hıyanetliğinden. Ama bir bakıyorsun aynı karede. Aynı masada. Aynı ortamda. Şöyle yüzüne bakıyorsun, kalıbına bakıyorsun, yandan da üstten de, arkadan da, önden de dünkü bu adam mı diye kendine sormadan geçemiyorsun.
Neyse bu adam diyorsun taklacı, bunu konumlandırdık. Artık buna ne derseniz deyin. Bu kendini tezgahlamış. Vitrinde yerini almak için jölelenmiş, boyalanmış, makyajlamış hatta etek bile giymeyi kabul etmiş.
Kafamın almadığı bunu kabul eden nasıl etmiş. Korkusundan mı desem, yoksa birilerinin zincirlerini çekmesinden mi? Yada olayın altında bizim bilmediğimiz başka hesapların olmasından mı? Yada bunların hiç biri olmayıp bununda mı taklacı oluşundan mı ki acep?
Şimdi ben karşı karşıya gelip bunlar kötü olsunlar demiyorum. Bu kişilik meselesi, onur meselesi, omurga meselesi, Dünkü birilerinin yanında anlattıklarını, bugün içine nasıl sindiriyorsun? O insanlar sana, senin gözünün içine bakarken, beyinlerinden seninle ilgili acep ne düşünüyorlar ki? Hiç merak ettin mi?
İnsanoğlunun bitmeyen serveti şahsiyeti, onuru, gururu, sözü namusudur. Bunlardan birini kaybettiğin anda bir hiçsindir. Eğer ki ilişkilerini paraya, çıkara, unvanına, makam ve mevkiine dayandırarak yaşamışsan bunları kaybettiğinde sağında, solunda, önünde, arkanda bir fert bulamazsın.
Bu yanılgı içine düşmüş, bir sürü zavallıları görmekteyiz. Bazen onlara o kadar acıyorum ki, eğer tekrar çarşıdan para ile alınacak gibi olsa, gidip yitirdiklerini alıp veresim geliyor. Ama ne mümkün.
Onun için adam gibi adam olmak lazım. Sen öldükten sonra ismin güzel anıla. Tarih tekerrürden ibarettir. Parayın puluyun, nefsinin esiri olup bir paçavra olma. Sen sen ol, etrafına at gözlüğü ile bakma.
Allah’ın verdiği kalpleri yıkma.
"Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır" Güzel gör güzel işler yap. Kalpler bir cam kavanoz gibidir, düştüğü zaman parçalanırlar. Tekrar onu eski şekline getiremezsin. İzi kalır, içinde sızı kalır. Sana karşı sevgisi biter. Sadece bununla da bitmez kötülüğün ve iyiliğin bir iki kuşak dilden dile konuşulur. Yâd edilir. Söz edilir.
Bazen filimler de izlerdik, sarayın dalkavuklarını, ama şimdi canlı izliyoruz. Kimisi sağımızda, kimisi solumuz da. Beyler bırakın bu soytarılığı, size hiç yakışmıyor.
Bizler Fatih’in, Alparslan’ların, Yavuz’ların torunlarıyız.
Bir kıssa anlatarak yazıma son vereceğim.
Yavuz Sultan Selim bir gün pazara çıkar. Pazar da bir kalabalık görür. Oda oraya doğru yürür. Yavuz’u gören ahali açılır.
Bir adam kafeslere koydukları keklikleri satmaktadır.
- Yavuz sorar
- Kaç paradır der
- Adam, Efendim şu keklikler ikişer lira, ama şu kafesteki on liradır der.
- Yavuz sorar bunun özelliği nedir?
- Efendim bu çok ötücüdür, ava gittiğimde bu açıklı öter, kurduğum tuzaklara diğerlerini çeker, tuzağa düşürür der.
- Yavuz hemen o kekliği ben alıyorum der. Alır ve hemen hançeri ile kekliğin kafasını koparır.
- Oradakiler efendim, bu av için güzel bir keklikti neden kestiniz der.
- Yavuz, bu keklik soyuna sopuna ihanet etmektedir. Buna ben asla tahammül edemem der.
Oradakiler Yavuz’un ne demek istediğini anlamış olacaklar ki, hepsi birden sus pus olmuşlardır. İşte Yavuz olmanın anlamı budur.
Bilmem anlatabildim mi, bilmem anladınız mı, ama hiç zannetmiyorum. Zaten bunu anlayabilmiş olsalardı, taklacı olmazlardı ki, öyle değil mi? Oda bi sanat ve marifet olsa gerek.
YORUMLAR